Son günlerde ülke gündeminin ortasına düşen “yerli mallarına boykot” çağrısı, sadece siyasetin değil; ahlakın, vicdanın ve aklın da tartışma konusudur. Siyasi tepkiler demokratik bir toplumun doğal refleksidir, evet… Ama hedefin ne olduğu kadar, hedefin “kim” olduğu da hayati önem taşır. İşte tam bu noktada bir durup düşünmeliyiz: Kimi boykot ediyoruz?
Bu topraklarda “yerli malı, yurdun malı” sözü sadece bir ticaret sloganı değil, bir milletin kendi kendine yetebilme arzusunun simgesidir. Elinde çekiçle sanayileşmeye direnen ustanın, tarlasını işleyen çiftçinin, üretim hattında gecesini gündüzüne katan işçinin alın teridir yerli malı. Şimdi bu ürünleri, siyasi bir tepkinin hedefi haline getirmek, aslında kendi emeğimize, kendi ekmeğimize sırt çevirmektir.
Tarihte boykotlar elbette olmuştur. Ancak genellikle emperyalizme karşı, sömürgeci güçlere karşı uygulanmıştır. 1913’te Hindistan’da İngiliz kumaşlarına karşı başlatılan boykot; 1914’te Osmanlı’da yabancı mallara karşı açılan “yerli malı haftaları” hep dışa karşı bir duruşun sonucudur. Biz şimdi ise kendi içimizde, kendi öz malımıza karşı bir cephe açıyoruz. Bu tutum, ne tarihle ne akılla bağdaşır.
Tepki göstermek isteyen elbette göstersin. Haksızlığa karşı çıkmak, sesini yükseltmek bir vatandaşlık hakkıdır. Lakin bu hakkı kullanırken hedefin sapmaması gerekir. Hedef devlete mesaj vermek olamaz, adres market rafındaki süt, yoğurt, telefon ya da deterjan değil; demokratik zemindir. Yoksa olan, üreticiye, istihdama ve en nihayetinde yine bu millete olur.
Unutmayalım: Kendi değerlerimize, kendi üretimimize sırt dönersek; yarın, dışa bağımlılığın zincirini yeniden kendi ellerimizle takmış oluruz.
Kimi boykot ettiğinizi iyi düşünün.