İslam dünyasının mensupları ve özellikle Arap dünyası, günümüze kadar İslam düşünce ve kültürünü dejenere eden ve islam mensuplarını terörize eden çok ağır bir mirasın altında ezilmektedir. Ve yine islam dünyası Batıyı taklit ettiği günden beri hem kendi değerlerinden ödün verdi, hemde batı tarzı yaşamlara mahkûm oldu. Bu anlaşılmaz, kabul edilmez duruma boyun eğerek aynı zamanda sömürüye elverişli Potansiyel topluluklar haline geldi.
İslam dünyasının düşünürlerinin, aydınlarının, yazar-çizerlerinin, entelijansiyasının Müslümanlara yapılan sömürülere, zihni yönlendirmelerine, zulümlere geri kalmışlıklara yoğunlaşmaları gerekirken; maalesef hamasi anlatımlarla, romantik duygularla, abartılı, hurafeye dayalı menkıbe ve hikâyelerle, söylem ve eylemlerle hareket etmeleri hazin bir durumda olduğumuzu göstermektedir. Eğitim düzeyini sorgularken verilen eğitim kadar ve bu eğitimi veren eğitimcilerin bilgi ve birikimleri sorgulanmalıdır/irdelenmelidir. Hurafeci anlatım, radikal mezhep fikirleri, gelenek sınırlarına çıkamayan taassubi düşünceler din olarak anlatılmaktadır.
Ümmet ekseninde düşündüğümüzde Entelektüel tembelliklerimiz islam medeniyetinin batı arasındaki mesafelerini açmaktadır. Bu yüzden varoluş problemimizi ortaya koyma noktasında eksikliklerimiz devam etmektedir. İslamın ilkelerini, değerlerini ve kültür zenginliklerini gerçek manada temsil edemeyişimiz songulanmamaktadır. Bu vurdum duymazlığımız, bu amaçsız varoluşumuz sorgulamamız gereken en büyük meseledir.
Öncelikle her zemin ve şartta öncü ve sorumlu şahsiyetler olmamız gerekmektedir. Batı medeniyetinin tehdidine karşı her yönüyle kapsamlı, derinlikli çözümlemeler üretmeliyiz. İnsanlığın vicdanını temsil eden İslam ümmetinin kendini yenilemesinden, yeniden uyanış için çaba sarf etmesinden daha acil bir şey olamaz.
‘’İnsanların iyiliği için ortaya çıkmış en hayırlı ümmet olma, İyiliği emretme kötülükten men etme’’ ayeti doğrultusunda çabalarımızı sürdürmeliyiz. (Ali İmran 110)